İstanbul, tarih boyunca bir mıknatıs gibi hükümdarları kendine çekmiş, iştahlarını sürekli körüklemiştir. İlle, İstanbul’u fethetmek, İstanbul’u kendilerine mal etmek hırsının temelinde yatan nedir?
İstanbul, kara ve su yollarının düğümlendiği nokta üzerinde inşa edilmiş bir mekandır. İki büyük kıta bu yerde buluşurlar. Bundan başka boğazlar sayesinde iki denizin, Karadeniz ve Egenin suları burada birleşirler…
İstanbul’a hakim olmak, büyük ölçüde bu sulara, bu topraklara hakim olmak anlamına gelir. Milattan önce ve sonra buraya yapılan hücumların ardı arkası kesilmez.
Büyük Hun komutanı Atilla, 447 yılında Büyük Çekmece’ye kadar gelir. Bu tarihlerden sonra Araplar’ın saldırıları kısa aralıklarla devam eder. Eyub El- Ensan İstanbul surlarına hücum eder ve burada da ölür. Bu, 669 tarihine isabet eder. Bundan az önce, Avarlar da 626 yılında şehri almak için çaba gösterirler. İslam alemi Doğu Roma kalesini topraklarına katmayı kendilerine ideal olarak belirlerler. Halife Velid ve Halife Abdülmelik 714, 715 yıllarında zincirlere kadar gelirler ve başarılı olamazlar.
Zaman zaman İslam ordularının karşısına Balkanlar’dan gelen Bulgar kuvvetleri çıkar. Han Kurum 813-814 tarihlerinde şehri kuşatır. O da başarılı olamaz… Vefatı üzerine muhasara kaldırılır.
İstanbul halkı, tarihinde kuşatma ve hücumlarla yanısıra çok ağır günler yaşar. Mısır seferine çıkan Haçlılar, İstanbul’u kuşatıp alırlar. Tarihçilerin tabirine göre, Batı diyarlarından gelen gözü dönmüş Haçlılar, güzelim kentin altından girip üstünden çıkarlar. Konstantinopol, tarihin en korkunç, en iğrenç yağmalama sahnesini yaşar… Şehir, 1260’a dek onların istilasında kalır.
Genç padişah, 2.Sultan Mehmed’in gönlünde yatan ülkü de Doğu Roma başkentini topraklarına katmaktır!
Kendisinden önce bunu, ataları defalarca denemişler, bir türlü başarılı olamamışlardır. Nasıl ki, Orhan Bey ve Birinci Murad şehrin surlarına birkaç kez gelmişler, kente girememişlerdir. Daha sonraları Yıldırım Bayezid, İstanbul’u kuşatmış, ancak Macar ordularının Sofya’ya doğru ilerlemeleri buna mani olmuştur.
Tek sözle, bu zamana kadar yapılan hücumlarda ille bir engel çıkmış, başarılı olunamamıştır. İkinci Mehmed, bu idealini gerçekleştirmek için ciddi hazırlıklara girişir. Rumeli ve Anadolu toprakları, İstanbul alınınca bir bütün halinde birleşeceği düşüncesiyle yaşar.
Kısa bir sürede Anadolu hisarı karşısına Rumelihisarı inşa ettirir. 1453 kışını Edirne’de geçiren padişah, işini de kış tutar. Mart sonlarına doğru artık hazırlıklarını büyük ölçüde tamamlamıştır. Üçyüz bin neferlik mükemmel eğitim görmüş orduya sahiptir. Hücum ve taarruz silahları da tekmildir. Bunlar arasında toplar da mevcuttur.
Bundan başka Sırp despotu Georgi Brankoviç de küçük bir birlik ile takviye gönderir. Padişahın ordusunda Macar, Ulah, Alman, Latin, hatta Rum asıllı gönüllüler de vardır.
Toplar, öküz arabalarıyla Boğazlara doğru yol alırlar. Padişah, Nisan ayının tamamını surlar civarında hazırlıklarla geçirir. Zaman zaman surlara saldırılar düzenlense de bunlar netice vermez…
Ancak 28 Mayıs’ı,29 Mayıs’a bağlayan gecede mucize yaşanır. Sabaha karşı Ulubatlı Hasan, arkadaşlarıyla birlikte surların üzerine Türk sancağını diker. Ve bunu takip eden dakikalar içinde şehit olur…
Konstantinopol, 29 Mayıs 1453 tarihinde Türkler’in olur!
Bizans İmparatorluğu bu fetih sonucu, tarih sahnesinden çekilmiştir.
Batı ve Doğu bilim adamları, bir noktada birleşirler: Bu büyük olaydan sonra “Fatih” ünvanını alan İkinci Mehmet, İstanbul’a girer girmez, birçoklarının yaptığı şehri yağmalamaz. Ahalisine, Rumlara oturma izni verir. Şehirde geniş çapta onarım faaliyeti başlatılır. Osmanlı İmparatorluğuna da başkentlik yapacak olan İstanbul, baştan başa donatılır.
Her ırka mensup topluluklar, dilleri, dinleri, gelenek ve görenekleri ile günümüze kadar bir bütün halinde yaşamlarını sürdürürler.
Tek sözle, İstanbul’a sahip olmaya kimler niyet etmemiş ki!? Ama kısmet Türkler’e imiş!
İstanbul, kara ve su yollarının düğümlendiği nokta üzerinde inşa edilmiş bir mekandır. İki büyük kıta bu yerde buluşurlar. Bundan başka boğazlar sayesinde iki denizin, Karadeniz ve Egenin suları burada birleşirler…
İstanbul’a hakim olmak, büyük ölçüde bu sulara, bu topraklara hakim olmak anlamına gelir. Milattan önce ve sonra buraya yapılan hücumların ardı arkası kesilmez.
Büyük Hun komutanı Atilla, 447 yılında Büyük Çekmece’ye kadar gelir. Bu tarihlerden sonra Araplar’ın saldırıları kısa aralıklarla devam eder. Eyub El- Ensan İstanbul surlarına hücum eder ve burada da ölür. Bu, 669 tarihine isabet eder. Bundan az önce, Avarlar da 626 yılında şehri almak için çaba gösterirler. İslam alemi Doğu Roma kalesini topraklarına katmayı kendilerine ideal olarak belirlerler. Halife Velid ve Halife Abdülmelik 714, 715 yıllarında zincirlere kadar gelirler ve başarılı olamazlar.
Zaman zaman İslam ordularının karşısına Balkanlar’dan gelen Bulgar kuvvetleri çıkar. Han Kurum 813-814 tarihlerinde şehri kuşatır. O da başarılı olamaz… Vefatı üzerine muhasara kaldırılır.
İstanbul halkı, tarihinde kuşatma ve hücumlarla yanısıra çok ağır günler yaşar. Mısır seferine çıkan Haçlılar, İstanbul’u kuşatıp alırlar. Tarihçilerin tabirine göre, Batı diyarlarından gelen gözü dönmüş Haçlılar, güzelim kentin altından girip üstünden çıkarlar. Konstantinopol, tarihin en korkunç, en iğrenç yağmalama sahnesini yaşar… Şehir, 1260’a dek onların istilasında kalır.
Genç padişah, 2.Sultan Mehmed’in gönlünde yatan ülkü de Doğu Roma başkentini topraklarına katmaktır!
Kendisinden önce bunu, ataları defalarca denemişler, bir türlü başarılı olamamışlardır. Nasıl ki, Orhan Bey ve Birinci Murad şehrin surlarına birkaç kez gelmişler, kente girememişlerdir. Daha sonraları Yıldırım Bayezid, İstanbul’u kuşatmış, ancak Macar ordularının Sofya’ya doğru ilerlemeleri buna mani olmuştur.
Tek sözle, bu zamana kadar yapılan hücumlarda ille bir engel çıkmış, başarılı olunamamıştır. İkinci Mehmed, bu idealini gerçekleştirmek için ciddi hazırlıklara girişir. Rumeli ve Anadolu toprakları, İstanbul alınınca bir bütün halinde birleşeceği düşüncesiyle yaşar.
Kısa bir sürede Anadolu hisarı karşısına Rumelihisarı inşa ettirir. 1453 kışını Edirne’de geçiren padişah, işini de kış tutar. Mart sonlarına doğru artık hazırlıklarını büyük ölçüde tamamlamıştır. Üçyüz bin neferlik mükemmel eğitim görmüş orduya sahiptir. Hücum ve taarruz silahları da tekmildir. Bunlar arasında toplar da mevcuttur.
Bundan başka Sırp despotu Georgi Brankoviç de küçük bir birlik ile takviye gönderir. Padişahın ordusunda Macar, Ulah, Alman, Latin, hatta Rum asıllı gönüllüler de vardır.
Toplar, öküz arabalarıyla Boğazlara doğru yol alırlar. Padişah, Nisan ayının tamamını surlar civarında hazırlıklarla geçirir. Zaman zaman surlara saldırılar düzenlense de bunlar netice vermez…
Ancak 28 Mayıs’ı,29 Mayıs’a bağlayan gecede mucize yaşanır. Sabaha karşı Ulubatlı Hasan, arkadaşlarıyla birlikte surların üzerine Türk sancağını diker. Ve bunu takip eden dakikalar içinde şehit olur…
Konstantinopol, 29 Mayıs 1453 tarihinde Türkler’in olur!
Bizans İmparatorluğu bu fetih sonucu, tarih sahnesinden çekilmiştir.
Batı ve Doğu bilim adamları, bir noktada birleşirler: Bu büyük olaydan sonra “Fatih” ünvanını alan İkinci Mehmet, İstanbul’a girer girmez, birçoklarının yaptığı şehri yağmalamaz. Ahalisine, Rumlara oturma izni verir. Şehirde geniş çapta onarım faaliyeti başlatılır. Osmanlı İmparatorluğuna da başkentlik yapacak olan İstanbul, baştan başa donatılır.
Her ırka mensup topluluklar, dilleri, dinleri, gelenek ve görenekleri ile günümüze kadar bir bütün halinde yaşamlarını sürdürürler.
Tek sözle, İstanbul’a sahip olmaya kimler niyet etmemiş ki!? Ama kısmet Türkler’e imiş!
Mehmet Alev
0 коментара:
Публикуване на коментар