Hayat nedir?

събота, 6 юли 2013 г. |

Anthony Robbins

Hayat çetele tutmak değildir. Seni kaç kişinin aradığı, kiminle çıktığın,
kiminle evli olduğun demek de değildir. Kimi öptüğün, hangi sporu yaptığın veya kimlerin seni sevdiği de değildir. Hayat ayakkabıların, saçın, derinin rengi, nerede yaşadığın veya hangi okula gittiğin de değildir. 
Aslında hayat, notlar, para, giysiler, girmeyi başardığın ya da başaramadığın okullar da, çalıştığın işler de değildir. Hayat çok arkadaş sahibi olmak ya da yalnız olmak, kabul görmek ya da görmemek de değildir. 
Hayat bunlar degildir.
Hayat kimi sevdiğin ve kimi hissettiğindir. Kendin için neler hissettiğindir. Güven, mutluluk ve şefkattir. Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır. Hayat kıskançlığı yenmek, önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir. Neler söylediğin ve ne demek istediğindir, söylediklerinin arkasında durmandır. İnsanların sahip olduklarını değil, kendilerini olduğu gibi görmektir. Her şeyden önemlisi, hayatını başkalarının hayatını olumlu yönde etkilemek için kullanmayı seçmektir. İşte hayat, bu seçimlerden ibarettir.
"Karar verdiğimiz anlar, geleceğimizin şekillendiği anlardır.

3:34 | 0 коментара |

Kime niyet, kime kısmet

четвъртък, 4 юли 2013 г. |

İstanbul, tarih boyunca bir mıknatıs gibi hükümdarları kendine çekmiş, iştahlarını sürekli körüklemiştir. İlle, İstanbul’u fethetmek, İstanbul’u kendilerine mal etmek hırsının temelinde yatan nedir?
İstanbul, kara ve su yollarının düğümlendiği nokta üzerinde inşa edilmiş bir mekandır. İki büyük kıta bu yerde buluşurlar. Bundan başka boğazlar sayesinde iki denizin, Karadeniz ve Egenin suları burada birleşirler…
İstanbul’a hakim olmak, büyük ölçüde bu sulara, bu topraklara hakim olmak anlamına gelir. Milattan önce ve sonra buraya yapılan hücumların ardı arkası kesilmez.
Büyük Hun komutanı Atilla, 447 yılında Büyük Çekmece’ye kadar gelir. Bu tarihlerden sonra Araplar’ın saldırıları kısa aralıklarla devam eder. Eyub El- Ensan İstanbul surlarına hücum eder ve burada da ölür. Bu, 669 tarihine isabet eder. Bundan az önce, Avarlar da 626 yılında şehri almak için çaba gösterirler. İslam alemi Doğu Roma kalesini topraklarına katmayı kendilerine ideal olarak belirlerler. Halife Velid ve Halife Abdülmelik 714, 715 yıllarında zincirlere kadar gelirler ve başarılı olamazlar.
Zaman zaman İslam ordularının karşısına Balkanlar’dan gelen Bulgar kuvvetleri çıkar. Han Kurum 813-814 tarihlerinde şehri kuşatır. O da başarılı olamaz… Vefatı üzerine muhasara kaldırılır.
İstanbul halkı, tarihinde kuşatma ve hücumlarla yanısıra çok ağır günler yaşar. Mısır seferine çıkan Haçlılar, İstanbul’u kuşatıp alırlar. Tarihçilerin tabirine göre, Batı diyarlarından gelen gözü dönmüş Haçlılar, güzelim kentin altından girip üstünden çıkarlar. Konstantinopol, tarihin en korkunç, en iğrenç yağmalama sahnesini yaşar… Şehir, 1260’a dek onların istilasında kalır.
Genç padişah, 2.Sultan Mehmed’in gönlünde yatan ülkü de Doğu Roma başkentini topraklarına katmaktır!
Kendisinden önce bunu, ataları defalarca denemişler, bir türlü başarılı olamamışlardır. Nasıl ki, Orhan Bey ve Birinci Murad şehrin surlarına birkaç kez gelmişler, kente girememişlerdir. Daha sonraları Yıldırım Bayezid, İstanbul’u kuşatmış, ancak Macar ordularının Sofya’ya doğru ilerlemeleri buna mani olmuştur.
Tek sözle, bu zamana kadar yapılan hücumlarda ille bir engel çıkmış, başarılı olunamamıştır. İkinci Mehmed, bu idealini gerçekleştirmek için ciddi hazırlıklara girişir. Rumeli ve Anadolu toprakları, İstanbul alınınca bir bütün halinde birleşeceği düşüncesiyle yaşar.
Kısa bir sürede Anadolu hisarı karşısına Rumelihisarı inşa ettirir. 1453 kışını Edirne’de geçiren padişah, işini de kış tutar. Mart sonlarına doğru artık hazırlıklarını büyük ölçüde tamamlamıştır. Üçyüz bin neferlik mükemmel eğitim görmüş orduya sahiptir. Hücum ve taarruz silahları da tekmildir. Bunlar arasında toplar da mevcuttur.
Bundan başka Sırp despotu Georgi Brankoviç de küçük bir birlik ile takviye gönderir. Padişahın ordusunda Macar, Ulah, Alman, Latin, hatta Rum asıllı gönüllüler de vardır.
Toplar, öküz arabalarıyla Boğazlara doğru yol alırlar. Padişah, Nisan ayının tamamını surlar civarında hazırlıklarla geçirir. Zaman zaman surlara saldırılar düzenlense de bunlar netice vermez…
Ancak 28 Mayıs’ı,29 Mayıs’a bağlayan gecede mucize yaşanır. Sabaha karşı Ulubatlı Hasan, arkadaşlarıyla birlikte surların üzerine Türk sancağını diker. Ve bunu takip eden dakikalar içinde şehit olur…
Konstantinopol, 29 Mayıs 1453 tarihinde Türkler’in olur!
Bizans İmparatorluğu bu fetih sonucu, tarih sahnesinden çekilmiştir.
Batı ve Doğu bilim adamları, bir noktada birleşirler: Bu büyük olaydan sonra “Fatih” ünvanını alan İkinci Mehmet, İstanbul’a girer girmez, birçoklarının yaptığı şehri yağmalamaz. Ahalisine, Rumlara oturma izni verir. Şehirde geniş çapta onarım faaliyeti başlatılır. Osmanlı İmparatorluğuna da başkentlik yapacak olan İstanbul, baştan başa donatılır.
Her ırka mensup topluluklar, dilleri, dinleri, gelenek ve görenekleri ile günümüze kadar bir bütün halinde yaşamlarını sürdürürler.
Tek sözle, İstanbul’a sahip olmaya kimler niyet etmemiş ki!? Ama kısmet Türkler’e imiş!

Mehmet Alev
10:18 | 0 коментара |

Taksim’e giden yol “Orlov Most”tan geçer?

Sofya’dan İstanbul’a giden yol, başkentteki “Orlov Most” köprüsü üzerinden geçiyor. Son birkaç haftadır “Orlov Most”, yine protesto gösterilerine sahne oldu. Her akşam hükümeti protesto etmek için çıkan vatandaşların bir arada toplandıkları sembolik mekan haline geldi. Dünya gündemi Türkiye ve Brezliya’daki gösterilerle meşgul olurken son haftalarda Bulgaristan’daki gelişmeler de, uluslarası medyanın gündemine dahil oldu. Bulgaristan ve komşu Türkiye’de devam eden hükümet karşıtı göste­rilerde, birçok benzerlikler göze çarparken aynı zamanda birbirine zıt tavırlar da görülüyor. Şubat ayında, Bulgarstan’da başlayan protestoların ne kadar Taksim olaylarını etkilediği bilinmez ama, Sofya’daki gösterilerde Taksim’in desteklendiği pankartlarla belli ediliyor.
„Orlov Most” ile Taksim arasındaki fark
Halihazırda Bulgaristan’da baş gösteren protestolar, şubat ayında patlak veren ve yaklaşık bir ay süren eylemin devamı olarak da görülüyor. Kamu araştırmacıları, hükümetin düşmesiyle sonuçlanan şubat ayaklanmasının Bulgaristan’ın demokrasi hayatında yeni bir sayfa açtığı görüşünde. Halkın, 20 yıl sonra kendi haklarını savunmak için sonuna kadar gitmeyi göze aldığı bir dönemin kapıları aralanıyor.
Türkiye ve Bulgaristan’da patlak veren protestoların arasındaki temel fark, protestoların menşeindeki ideolojik sebeplerdir. Bulgaristan’da insanlar iktisadi sorunlar yüzünden, Türkiye’dekiler ise demokrasi değerlerinin kıskaca alındığı iddiasıyla sokağa döküldü.
Bulgaristan’da şubat ayındaki protestolar, halkın elektrik faturalarını ve diğer enerji masraflarını ödemekte güçlük çeken bir sosyal kesim tarafından başlatıldı ve daha sonra tekellerin hegemonyasına karşı dönüştü. Nihai olarak da, sokağa çıkan insanlar tüm siyasal modele karşı çıkarak yolsuzluk ve oligarşiye sitem etti.
Bu yüzden yeni hükümetin kurulmasından çok kısa bir zaman sonra, protestolar tekrar alevlendi. Türkiye ise ekonomik olarak dünya çapında büyüme kaydeden ilk 3 ülke arasında yer alıyor. Halkın çoğunluğu enerji giderlerini ödemekte güçlük çekmediği gibi, akaryakıt fiyatlarının en yüksek olan ülkeler arasında yer alan bir devlet olarak trafik sıkışıklığı eksik olmuyor. Buna karşılık Taksim’deki Gezi Parkı eylemleri insani değerler ve hürriyetlerinin kısıtlanması olarak öne sürüldü.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dışarıdan provoke edilen bir eylemden bahsediyor. İMF’ye karşı borcunu kapatan ve para kuruluna kredi vermeyi kabul edilen Türkiye, Mavi Marmara olayından sonra İsrail’den de istediği özürü aldı. PKK’nın çatışmalara son vererek yıllardır yer aldığı bir numaralı düşman konumundan çekileceği sözü de ülkenin başarısıydı, kuşkusuz. Bu başarının ardından gelen protestolar ve hükümetin gitmesi istekleri, şu ana kadar çizilen resme zıt bir fotoğraf çekti. Erdoğan göstericilere sert tepki göstererek, eylemlerin sona erdirilmesini talep etti. Gösterciler, Taksim’de ‘duran adam’ ve daha sonra ‘yatan adam’ eylemlerini düzenledi. Bulgaristan’da protesto eylemlerine çıkan vatandaşlar ise, her akşam parti merkezlerinin önünden geçip, Bakanlar Kurulu’nun önünde gösterilerde bulunarak eylemlerini protestoların simgesi haline gelen “Orlov Most”ta noktaladı. Parlamento binasının önünde ‘kahve içme’ eylemi ise, yeni bir protesto biçimi olarak ortaya çıktı.
Molotof kokteyli yerine domates ve yumurta kokteyli
Taksim’de polisin çekilmesiyle meydana yerleşen göstericiler, Taksim ve çevresini savaş alanına çevirmekle kalmadı etrafta bulunan esnafın dükkanlarını da yağmaladı. Göstericiler, polis araçlarını balyozlarla parçaladı. Türk  göstericiler molotof kokteyli ve taşlar atarken, Bulgaristan’daki protestocular meclise karşı domates ve yumurta fırlattı. Türkiye’de protestolarda polisler dahil olmak üzere ölümler yaşanırken, şu ana kadar sakin geçen Bulgaristan’daki gösterilerde kimsenin burnu bile kanamadı. Bulgaristan’da iki haftadır her akşam süren gösterilerde, taşkınlıklar yaşanmadı. Ayrıca göstericiler provokatör olarak gördükleri şahısları bizzat polise bildirdi ve bu şekilde tahrikler önlendi. Türkiye’de seçim olması beklenirken, Bulgaris­tan’ın da her yıl erken seçime gidilecek olan bir periyoda girdiği konuşuluyor.
Siyasi görüş
Türkiye’deki protestocular ayan beyan bir siyasi görüşü belli ederken, Bulgaristan’daki gösterciler tüm siyasi sisteme ve partilere karşı ayaklanıyor. Bu yüzden her bir siyasi parti binasının önünde tezahüratlar yapan eylemciler, yeni bir seçim yasası ve halkın sesinin daha iyi duyulmasına vesile olacak yeni bir siyasi model çağrısında bulunuyor...

0:55 | 0 коментара |

TRT'nin parası bol ancak muhabiri Sofya'dan Kırcaali'ye gidemiyor

сряда, 3 юли 2013 г. |

Berna MESTAN 

Bilirsiniz TRT’nin çok kanalı var.
Geçen haftalarda bu kanallardan birinde çalışan tam 7 kişi Bulgaristan’a geldi. Bu ekip daha sonra Bulgaristan’dan 4 kişi daha kiraladı.
Bir hafta boyunca 11 kişinin ülkede gezme ve konaklama masrafları TRT tarafından karşılandı.
Şimdi diyeceksiniz ki, 11 değil 21 kişi de gönderilebilir. Haklısınız ama o 11 kişinin yaptığı iş sıradan bir muhabirin yapabileceği bir iş.
Bunu nerden mi biliyorum. E, ben de gazetecilik son sınıf öğrencisiyim, üstelik de televizyon dalında...

TRT’nin Bulgaristan’da muhabiri yok mu?
Olmaz mı, tam 2 tane TRT muhabiri Bulgaristan’da çalışıyor. Ancak onlar haber başı ücret alıyor. Yani çalışma üsülleri parça başı.
Örneğin o muhabirlerden biri haber yapmak için Sofya’dan Kırcaali’ye gelmeye kalksa haber için alacağı para yol masrafını bile zor karşılar…
İşte böyle sayın seyirciler, TRT’nin parası yani devletin parası bol.
Bol olması bizi de sevindirir şüphesiz ama daha akıllıca harcanırsa…
5:52 | 0 коментара |

Bulgaristan Üç Haftadır Sokakta

вторник, 2 юли 2013 г. |

Gürkan ÖZTURAN
Liberal teorisyen Joseph Raz’ın dediği gibi, toplumlar bir süre her tür kötü yönetime katlanır, fakat hiç umulmadık bir yerden çıkabilecek tetikleyici bir olay bütün bir sistemi baştan sona da değiştirebilir.
Ulusal Güvenlikten Sorumlu Devlet Teşkilatı (DANS) yöneticiliğine eski medya patronlarından skandallarla tanınmış Delyan Peevski’nin getirilmesiyle baş gösteren barışçı protestolar haftalardır Bulgaristan hükümetinin yeni muhalefeti oldu.
Halkın sokağa dökülmesinin ardındaki sebepleri yalnızca bu tetikleyici olaya bağlayan Bulgaristanlı siyasiler, bu karardan vazgeçerek sokaklardaki tansiyonu düşürebileceklerini düşünmüş olacaklar ki, çoğu neden halen bitmediğini sorguluyor. Liberal teorisyen Joseph Raz’ın dediği gibi, toplumlar bir süre her tür kötü yönetime katlanır, fakat hiç umulmadık bir yerden çıkabilecek tetikleyici bir olay bütün bir sistemi baştan sona da değiştirebilir.
Şubat ayında GERB hükümetinin başbakanı Boyko Borisov’un istifasıyla sonuçlanan hayat pahalılığı ve yaşam kalitesi protestoları, aynı zamanda büyük bir gençlik hareketinin fitillerini de ateşlemişti. Bulgaristan’da var olan kurulu düzende köklü değişiklikler, sosyal sorunlarla ilgilenen siyasiler ve gençliğin fikirlerine saygı gösterecek yönetimler isteyen kitlelerin gösterileri bir süre sonra parklarda forumlar kurmaya evrilmişti. Bu forumları Stoichkov’un öncülüğünde oluşturulan bir ‘stadyum forumu’ takip etmiş, fakat seçimlere çok kısa bir süre kala örgütlenemeyen gençlik seçimlere dahil olamamıştı.
Bulgaristan gençlik hareketi diğer tüm siyasi iradelerden bağımsız hareket ederek uzun süredir kendi içerisinde tartışmalarını sürdürüyor. Seçim sürecinde katılımsızlık kararı veren bireylerin etkisi, seçimlerden hemen sonra sandık rakamlarına yansımıştı. Buna göre, Bulgaristan’da oy kullanabilecek kişilerin yarısından azı –ve onların da büyük çoğunluğu yaşlı nüfus- oy kullanmıştı.
Seçimlerdeki düşük katılım oranlarını, neredeyse tüm partilerin toplumdan uzak, zeminsiz ve kitleleri göz ardı eder şekilde hazırlanmış seçim bildirileri ve kalkınma planlarının olmasına bağlamak mümkün. Gençlik forumlarından çıkan kararları dinlemiş olsalar, aslında şu anki partilerden herhangi birinin oy oranını büyük oranda artırması işten bile olmayabilirdi. Partilerin kemikleşmiş ve değişime dirençli yapıları, eski siyasilerin koltuklarını bırakmamak uğruna taban kitlelerini her şekilde kendilerine olan ihtiyaca ikna etme çabaları ve daha birçok siyasi sorun üst üste binerek bugünkü parti politikalarına olan güvensizliği şu an gördüğümüz seviyeye getirdi.
12 Mayıs seçimlerinin ertesi gün ortaya çıkan tabloda mükemmel bir üstün-gelememe durumu gün yüzüne çıktığında, kurulacak herhangi bir hükümetin görevinin ne kadar zor olacağı da gözler önüne serilmişti. Sosyalist partinin öncülük ettiği yeni hükümete etnik Türk partisi Haklar ve Özgürlükler Hareketi ve aşırı sağ Ataka’nın desteği olmadan bir hamlede bulunması imkansızdı. Ortaya çıkan hükümet kimsenin asla tam güvenemediği ve onaylayamadığı bir hal aldığından, henüz yeni kurulmuş hükümet ilk gününü protestolarla karşıladı.

Siyasilerin tavırları

DANS ataması gelene dek çok küçük çapta devam eden protestolar, tüm partilerin oy tabanı ve partisiz gençliğin katılımıyla büyüdü, şu anki hükümet karşıtı blok halini aldı. Sorunun aslında yalnızca hükümetle kalmadığı, bir önceki hükümet GERB ya da başka bir partinin aynı yöntemlerle yönetime gelmesini istemeyen topluluğun çağrısı çok daha kapsamlı ve geniş bir çerçeveden okunmalıdır. Bugün birçok ülkede çoğunluğun sistem mağduru olarak sokaklara döküldüğü durumlara bakılırsa, herhangi bir parti ya da siyasi akıma değil, sistemlerin toplumu sindirmesine, aşırı kontrolüne, müdahale mekanizmalarına, eleştiriye olanak sağlamamasına karşı olduğu görülebilecektir.
Bulgaristan siyasi hayatında bu mesajı açıklıkla gören iktidar ve muhalefet liderlerinin kendi değişimlerini ve demokratik dönüşümlerini sağlamalarını beklerken, aşırı sağ lideri Siderov’un protestolarla ilgili söylemlerini de hatırlatmakta fayda var:
"Meydana çıkan teröristtir. Onlar kaç kişi çıkarsa, istersek biz daha kalabalık kitleleri sokağa dökeriz. Devlet şiddetle karşılık vermezse bu terörizm, iç savaşa sürükler ülkeyi. Bizi silahlanıp karşılarına çıkmaya mecbur etmesinler. TV kanalları alttan alta bu sivil darbeye destek veriyor."
Bu söylemlerinin ardından Siderov belinde bir silahla önce protestocuların olduğu bölgeye gitti sonrasında meclise girdi, Ataka’nın barışçıl protestolar ve gençlerin kurduğu barikatlarla ilgili görüşlerini dile getirirken, protestoların ceza kanunu kapsamına alınarak üç yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasını öngören de bir yasa değişikliği teklif etti.

7:38 | 0 коментара |

Din Eğitimi noktasında, Kur’an Kursları ve önemleri

Beyhan MEHMED
Kırcaali Müftüsü

Değerli Dostlar!
1 Temmuz itibariyle “Yaz Kur’an Kurslarımız” başlamış durumda. Yaz tatilini kapsayan eğitim dönemi 2 aydır. Yani ağustos ayının sonuna kadar sürecektir. Bulgaristan’da takriben 600 noktada yapılacak olan kurslarımızdan, bölge Müftülüğümüzün hizmet sahasında  yaklaşık 70 noktada Yaz Kur’an kursları yapılacaktır. Kurs başına asgari öğrenci katılımını 10 öğrenci olarak öngördüğümüzde yaklaşık 700 öğrenci Kur’an kurslarımızda eğitim ve öğretim görecektir.
Kur’an kurslarında  uygulanan program:
Kur’an Kurslarımızın tamamında Başmüftülük “ Eğitim şubemizin” hazırlamış olduğu  program tatbik edilir. Kursların sona ermesiyle, önce yerel musabaka, birinci kalan takım ise milli musabakada bölge müftülüğünü temsilen yarışmaya katılır, Başmüftülüğümüz tarafından ödüllendirilir.
Kurs döneminde neler öğrenilir?
2 ay süren kurs döneminde önce yavrularımız, Kur’an-ı Kerimi Arapça (Orijinal) metninden okumayı öğrenirler, aptes almayı, 5 vakit namaz kılmayı,islamın 5 temel esası, 54 farzı, siyeri ( Hz. Peygamberin hayatını), ahlak ve muamelatı, saygınlık ve mes’uliyeti...ve bir çok konuyu öğrenirler.  Böylelikle, öğrenciler verimli bir yaz dönemi geçirmiş olurlar.
Gezi ve piknikler:
Bir çok kursumuzda hocalarımız tarafından sosyal etkinlikler tertip edilir, öğrencilerimiz gezi ve piknkliere götürülür. Kurs öğrencilerinin de biribirlerine kaynaşmaları sağlanır.
Mükafatı ile alakalı
Hz. Peygamber (s.a.s) “ Sizin en hayırlınız Kur’anı öğrenen ve öğreteninizdir” buyuruyor. Kıyamet günü de çocuklarına Kur’an öğreten ve din eğitimi veren ailelere özel bir taç verilerek onurlandıracaklarını müjdeliyor.
Haydin o zaman Kur’an Kurslarına 7’den 70’e ....
Çok okunan, sürekli okunan  manalarında Allah’ın bize gönderdiği  Kitabı ( Okumaya, anlamaya ve uygulamaya) öğrenmeye ....Davetlisiniz.
Kur’an Kursu öğretmen ve öğrencilerine  başarılar dilerim. Mevlam Kur’an kurslarımızı verimli ve feyizli kılsın.

Not: Bulgaristan Müslümanları Yüksek İslam Şurasında alınan karar doğurultusunda Yaz Kur’an kurslarımızın süresi iki aydır. Temmuz ve Ağustos.

Türkçemizde 7’den – 70’e ifadesi aslında her yaş grubundan vatandaşı kapsar. 
4:26 | 0 коментара |

Yunanistan Türklerin yolundan korkuyor

понеделник, 1 юли 2013 г. |

Türkleri birleştiren yol Yunanistan'da istenmiyor ve 70 yıl önce Türklerin at sırtında geçtikleri Makas Yolu, bugün Atina'yı endişelendiriyor.
   Bulgaristan’da Türklerin en yoğun yaşadığı Kırcaali bölgesi ile Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesi arasında, iki ülke hudutunda bulunan Makas Sınır Kapsı’nın açılışını Yunanistan tarafı olabildiğince geçiktirmeye çalışıyor. 
Bulgaristan kendi tarafında Makas’a kadar olan yolun inşaatını 4 yıl önce tamamladı. Ancak Yunanistan kendi tarafındaki güzergahı çeşitli bahanlerle tamamlamıyor. 
 Bulgar yetkililerinin Yunan tarafıyla yolun açılması doğrultusunda onlarca görüşme yapmasına rağmen, Atina bir türlü açılış tarihi vermiyor. 
Son gürüşme dün gerçekleştirildi ama Yunanistan yine bir tarih vermedi. 
 Batı Trakya’nın da içinde bulunduğu Doğu Makedonya ve Trakya Valisi Aristidis Yanakidis, Kırcaali Valisi Biser Nikolov ile yaptığı görüşmede, Kırcaali Gümülcine yolunun Yunanistan tarafındaki güzergahın Temmuz ayının sonuna kadar tamamlanacağını söyledi. Ne var ki, Yanakidis yine Makas Sınır Kapısı’nın açılışı konusunda tarih vermek istemedi. 

 Makas Sınır Kapısı’nın açılmasıyla Bulgaristan ile Yunanistan arasındaki geçiş kapıları dörde yükselecek. Makas, diğer üç kapıdan farklı olarak Türklerin ve Müslümanların bölgelerini birleştiriyor. Sözkonusu kapı açıldığında Kırcaali ile Gümülcine arasındaki karayolu mesafesi yaklaşık 40 dakikaya düşecek. Bu ise iki ülkedeki Türklerin arasındaki temasların her açıdan daha da derinleşmesi anlamına geliyor. İşte Yunanistan tam da bundan pek memnun değil. 

Makas eninde sonunda açılacak, ancak Atina ne kadar geçiktirirse o kadar kar sayıyor. Tabi, Yunanistan’ın ekonomik endişeleri de var ama kapının açılmamasının nedenleri ekonomiden çok Türklerin kapısı olmasında yatıyor 

Soğuk Savaş döneminde birbirlerinden birkaç kilometre mesafedeki yerleşlim yerlerinde yaşamalarına rağmen sınırın iki tarafındaki Türkler arasındaki kültürel ve ekonomik ilişkiler tamamen kesilmişti. Yaklaşık 70 yıldır Batı ile Doğu Bloku'nun kesişme noktası olan bu sınırın iki tarafında yaşayan Türkler, iki ülkede de uygulamada olan askeri bölgelerde yaşamlarını sürdürmek zorundaydı. O bölgelere ise giriş ve çıkışlar özel izinlerle oluyordu. Makas Kapısı’nın açılışını sudan bahanelerle geçiktiren Yunanistan hala korkularından arınamadığını gösteriyor aslında.


10:11 | 0 коментара |

Sen nirelisen gardaş?

петък, 28 юни 2013 г. |

Berna MESTAN 

Vay, vay, vay…
Hani yıllarca Türklere hakaret eden Siderov meclise tabancayla girdi. Yıllarca Bulgaristan’daki ve dünyadaki Türklere düşmanlığını gizlemeden, kıvırmadan gösteren Siderov mecliste Etik Komisyonu’nun başında da bulunuyor.

Gazetecilere, ülkeye gelen yabancı konuklara ve kısacası aklınıza kim gelirse hakaret etmeye devam eden Siderov’un milletvekili dokunulmazlığını kaldırılmasını isteyen Türkler değil ama.

Güçlü Bulgaristan İçin Demokratlar Partisi (DSB) Cumhurbaşkanı ve Başsavcının harekete geçerek, Siderov’un ahmakça hareketlerinden dolayı dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi.

Siderov’un Ataka Partisi ile mevcut hükümette aynı çatı altında bulunan Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi yöneticileri, Ataka ile aynı değerlere sahip olmadıklarını açıkladı.

 Vay, vay, vay..
Aynı değerlere sahip değilsin ama aynı hükümettesin. Aynı değerlere sahip değilsin ama Türklere hakaret eden birine karşı bir sözün yok. Aynı değerlere sahip değilsin ama DSB gibi  kıvırmadan sana sövene karşı bir sözün çıkmıyor.

Sen nirelisen gardaş?

Sen nerelisin kardeşim sorusunu HÖH'ü eleştiren Türkiye ve Bulgaristan'daki sivil toplum kuruluşlarına da sorsam ayıp olur mu?
8:10 | 2 коментара |

Bulgaristan’da anlamlı açılışlar

четвъртък, 27 юни 2013 г. |

İhsan AYDIN

İki gündür Büyükşehir Belediyesi’nin davetlisi olarak komşu Bulgaristan’dayız.
 Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin öncülüğünde kentimizin hayırsever iş adamlarınca restore ettirilen 4 köy camisinin açılış törenlerini izliyoruz.
 Dün, Kırcaali’ye bağlı Kirli Bölgesi’ndeki Yoğurtçular ve Rudozen Bölgesi’ndeki Çepintsi camilerinin açılışları gerçekleştirildi.
Şehitlere dua…
Törenler öncesi Yoğurtçular’da anlamlı bir ziyaret yapıldı.
 80’lerin sonunda Komünist Todor Jivkov yönetiminin milsilerinin şehit ettiği Türkler anısına yaptırılan Türkan Çeşme’de duygulu anlar yaşandı.
 Bulgaristan Türklüğü adına 17 aylıkken anne kucağında şehit düşen minik Türkan ile Musa Yakup ve Ayşe Hasan için dualar edildi.
 Burada, her yıl Bulgaristan’daki Türk azınlığa karşı başlatılmış asimilasyona ilk başkaldırıyı yapanlar anısına anma töreni düzenleniyor.
Kimler katıldı?..
Açılışları izlemek için Bursa’dan kalabalık bir heyet vardı.
 Başta Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe olmak üzere, Yoğurtçular ve Çepintsi camilerinin restorasyonunu üstlenen iş adamı Celal Sönmez, oğlu Osman Sönmez, Başkan Danışmanı Fahrettin Yıldırım, BAL-GÖÇ Başkanı Yar. Doç. Dr. Yüksel Özkan, AK Parti Harmancık İlçe Başkanı Ahmet Güneş, İGM Üyesi Habil Sinan Onuk, Yıldırım Belediye Meclis üyeleri Mümin Kayrak, İlyas Güler, Kirli Dernek Başkanı Mümin KaşmerKirkova Belediye Başkanı Salih Ramazan gözümüze çarpan isimlerdi.

Bursa Balkanlar’a yeter”…
Şüphesiz, Başkan Altepe mutluydu.
Balkanlar’da, Evladı Fatihan’da neredeyse Büyükşehir Belediyesi adına el atmadıkları yer yoktu.
 Gelen talepleri geri çeviremiyordu.
 Bulgaristan köylerinden gelen cami onarım isteklerine de duyarsız kalmadı.
 İş adamlarıyla irtibat kurup onarımları sağladı.
 Törende bu yüzde aynı topraklardan göç eden Sönmez Ailesi adına Celal Sönmez’e teşekkür etti. Kendisine plaket verdi.
Altepe, tüm Balkan ülkelerinde olduğu gibi kardeş ve dost Bulgaristan ile de ortak geçmişe sahip oldukların hatırlattı.
Sadece tüm Bursa Balkanlar’a yeter” diyerek buradaki Müslüman Türk azınlığa her zaman yanlarında olacakları sözünü verdi.
 Kirli’ye bir de park yapmayı vaat etti.
 Sönmez de duyguluydu.
 Sözlerine “Değerli hemşerilerim” diyerek başladı. Kendisi Bursa doğumlu olmasına rağmen, ailesinin bu topraklardan göç ettiğini hatırlattı.
 Kirkova Belediye Başkanı HÖH’lü Salih Ramazan da son derece heyecanlıydı.
O da hem Sönmez Ailesi’ne hem de Altepe’ye teşekkür ederken zor konuştu.
 Merkezi Bursa’da bulunan Kirli Derneği’nin Başkanı Kaşmer de doğdukları topraklara el atan Altepe’ye teşekkür plaketi sundu.

Soğukluk hâkim…
 Törenlerde Bulgaristan’daki 12 Mayıs erken genel seçimlerinde Ankara ile ters düşen HÖH yöneticilerinin ve Başkent’in desteğini alan HŞHP’nin olmayışı dikkat çekti.
 Sadece Çepintsi’de Smolyen HÖH Başkanı Salih Arşinski vardı.
 Çepintsi’deki açılışta da Celal Sönmez kürsüde oğlundan, bu tür isteklere 3.kuşak olarak destek sözü vermesini istedi.
 Oğul Sönmez babasının isteğine, “Seve seve” karşılığını verdi.
 Törene Filibe Konsolosluğu yetkilileri de katıldılar.

620 yıllık eser…
 Öte yandan Çepintsi’de bir yapının duvarında Bulgar baskısından gizlenen ve yıkım sırasında ortaya çıkan 620 yıllık el yazması Kur’an’ın cami kütüphanesinde özenle saklandığını öğrendik. Burada Osmanlı döneminden kalma çok sayıda belge de gözümüze çarptı.
İzlenimlerimize yarın da devam edeceğiz.
0:57 | 0 коментара |

Türk çocukları Çinlilerin mi?

вторник, 25 юни 2013 г. |

Berna MESTAN 

Bulgaristan’da Türk çocukları Türkçe okumuyor mu dediniz? 

20 yıldır Türklerin oylarıyla parlamentoya giren Türklerin partisi konumundaki siyasi oluşumun 
resmi web sitesinde Türkçe bölüm göstermelik yapılıyor. 

Ülkede Müslümanların büyük bir bölümünü oluşturan Türkler, Bulgaristan Başmüftülüğü'nün 
resmi sitesini Türkçe okuyamıyor. 

Türklerin çoğunlukta olduğu yerleşim alanlarının Türk belediye başkanları aynı belediyelerin resmi internet sitelerinin 
Türkçe sayfalarını oluşturmuyor. 

Adına kültür dernekleri denen sivil toplum kuruluşları 
kültürden ve Türkçe'den daha çok siyasetle uğraşıyor. 

Bir milyon Türkün ana dilinde radyosu ve televizyonu yok ama kimse 
Türkçe yayın yok diye rahatsız değil. 

Bulgaristan’da Türk çocukları Türkçe okumuyor mu dediniz? 

Bu çocuklar Çinlilerin mi?
6:01 | 5 коментара |

Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın

понеделник, 24 юни 2013 г. |

Erdinç Kahraman


ANASIZ BABASIZ BÜYÜYEN ÇOCUKLAR VE KORKULAR
Ebeveynleri boşanmış ve annesinin yanında kalan çocuklar ile ana babalarını kaybetmiş çocukların hali ne zordur. Allah kimseyi anasız babasız bırakmasın. Yalnız bugün Bulgaristan’da Türklerin yaşadıkları bölgelerde, anne ve babaları hayatta olduğu halde ya anadan ayrı, ya babadan ayrı, ya da hem anadan hem de babadan ayrı yaşamak zorunda kalan bir çocuk grubu var. Babasız ana elinde ya da dede-nine elinde yetişen bir nesil büyüyor. Zira bu çocukların ana babaları Avrupa Birliği’nin diğer ülkelerinde, o ülkelerin insanlarının imtina etmediği işlerde çalışarak rızık kazanma mücadelesindeler.

Evlatları evde yalnız kendileri gurbette yalnız. Uzun süre gurbette çalışacak sonra kazandığı paraları harcamak için geri dönecek , hayat değil ki bu. Böyle büyüyen çocukların omuzlarına yüklenen psikolojik yükü ileride taşıyamayacaklarından bunun bedelini ödeyeceklerinden endişeliyim. Onların günahı ne ?

Bulgaristan demokrasiye geçeli çok yıllar oldu. Demokrasi Bulgaristan’a pek çok şey getirmiştir belki ama azınlıkların hayatında pek de olumlu yenilikler olmadı. Azınlık hakları uluslararası hukuk tarafından tescilli olan Türk toplumu temel haklarından mahrum olduğu gibi; bu mahrumiyetin idrakinde bile değil. Bulgaristan’ın ekonomik anlamda en geri bölgelerinde yaşayan azınlıklar “ekmek kavgasına” öylesine dalmışlar ki , karnını doyurmanın, çoluğunu çocuğunu geçindirmenin derdinden, “hakkım hukukum nedir ?” diye sorgulayamayacak haldeler.

Bugün azınlıkların çoğunlukta olduğu bölgelerde devlet ekonomik kalkınmayı sağlayamamış durumda. Sağla(ya)madığı gibi bir de sağlayacak ortamın oluşmasına engeller çıkarmayı ,ulusal bir politika olarak yürütüyor hissi var. Eski göçmen denilen “vatandaşlıkları tercihe bırakılmadan” iptal edilen insanlar, doğup büyüdükleri yörelere yazları 1 ay için gelseler bile o bölgenin esnafına ciddi bir ekonomik girdi sağlıyorlar. Yalnız bu insanların %90’ı (orada birinci dereceden bir yakını yoksa) “vize” denen duvarı aşma derdiyle uğraşmadıkları için doğdukları yörelere gitmiyorlar. Oysa bu vize duvarı olmasa oraya gidip gelen “vatandaşlıkları tercihe bırakılmadan” iptal edilen bu insanlar orada çok daha fazla harcama yapacak belki de yepyeni iş olanakları doğacaktır. Bu insanlar o bölgelerde belki de yatırım yapacaktır. Artık Türkiyeli işadamları vize problemleri nedeniyle Bulgaristan gibi ülkelere yatırım açısından mesafeli duruyorlar.

Bulgaristan AB’ye katılmadan önce de var olan bu vize duvarı sanki sınırın 2 farklı tarafındaki insanların irtibatını kopartmak için bir araç olarak kullanılıyor. Öyle olmasa bir Türk vatandaşının ödediği vize ücretiyle bir Rus vatandaşının ödediği vize ücreti arasında kat be kat fark olur muydu?

Oysa bugünkü çağda, artık bu mantalite geçersiz ve anlamsız. Ekonomik globalleşme çağında komşularından uzak durarak onlardan çekinerek ekonomik refaha ulaşamaz, kalkınma sağlayamazsın. Türkiye’yi de, ülkendeki azınlığı da sevmek zorundasın, bundan kaçışın yok. Öyle veya böyle bu vize duvarları kalkacak. Büyük şairin sevdiği kadına, sevgisinin çokluğundan dolayı biraz da sertçe dediği gibi:

“Kalbin benim olsun diyorum,çünkü mukadder... 
Cismin sana yetmez mi? Çabuk kalbini sök,ver! 
Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer! 
MUTLAK SEVECEKSİN BENİ, BUNDAN KAÇAMAZSIN... “
23:30 | 0 коментара |

AZİZ NESİN, L. LEVÇEV’E NEDEN MEKTUP YAZDI?

петък, 21 юни 2013 г. |

Türkleri, top yekun Bulgarlaştırma süreci bundan yirmi sekiz yıl önce gerçekleştirilmişti. Bulgar tarihçisi Plamen S. Tsvetkov, insanlık tarihinde nadir rastlanan bu ayıbı şu şekilde değerlendirir: ”…1984-1985 kışında bir anda Türkler, ”Türk bilincine sahip Bulgarlar” olarak ilan edilip İslam isimlerini Bulgar isimleri ile değiştirmeye zorlanıyorlar…”
Pek tabii ki, kurnazlığı ile ün yapmış bir zat olan Jivkov, bu işi uzaktan tutmuş, önce Pomaklar’ın, sonra Romanlar’ın adlarını Bulgarlaştırmıştı. Bu arada “kurunun yanında yaş da yanar” atasözüne sadık kalarak, Smolyan sancağındaki Türk köylerinin de “işini bitirir”.
Bu ön hazırlıklara rağmen, Türklerin “kolay yutulacak bir lokma” olmadığını da çok iyi biliyordu. Bunun için bir hayli bilim adamını, sanatçı çevrelerini, Türklerin arasından da mesnet ve şöhret düşkünlerini kendine çekmeyi başarmıştı. Türklerin kökenleriyle ilgili “araştırmalara” hiç ara verilmiyordu. Ne yazık ki, bu sanatçı çevreler içinde yazarlar, şairler, hatta ressamlar da vardı. Bu şahıslar, ikide birTürklerin yoğun yaşadığı bölgelere gönderilip bildiriler yayınlıyor, kitaplar yazıyor, karşılaşmalar düzenliyorlar…
Ne var ki, Jivkov, bu kirli, şerefsiz işlere o yıllarda Bulgaristan Yazarlar Birliği başkanı şair Lübomir Levçev’i de bulaştırmaktan geri kalmaz…
Öte yandan, bu menfur Bulgarlaştırma kampanyası, İslam ülkeleri başta olmak üzere bir sıra dünya halkları tarafından sert bir dille kınanır…
Bu sırada Türkiye Yazarlar Sendikası’nın başında da onlarca kitap sahibi, ünlü mizahçı Aziz Nesin vardır. Eserleri hemen hemen tüm dillere çevrilmiş, tiyatro eserleri sahnelerden inmeyen yazar, yakından tanıdığı Bulgaristan Türklerine yapılan bu alçaklığı hiçbir türlü kabullenmesi imkansızdır. İçi içine sığmaz. Defalarca Bulgaristan’ı ziyaret etmiş, Türklerden ve Bulgarlardan çok sayıda dost edinmiştir. Bu sıfatı ile Bulgar meslektaşına bir tepki mektubu göndermekte gecikmez.
Pek tabii ki, Bulgaristan hükümetinin, BKP’nin ve bizzat Jivkov’un desteğini alan Levçev, Aziz Nesin’e yanıt verir. Ve bu mektubunda, harfi harfine hükümetin borazancısı olduğunu gizlemez. Mektup öyle bir içeriğe sahiptir ki, sanki bir yazarın, şairin kaleminden değil, bir hükümet , bir parti yetkilisinden postalanmıştır.
Aziz Nesin’in buna doğrudan doğruya canı sıkılır. “…Niye, Bulgaristan hükümetiymişsiniz gibi yanıt vermişsiniz?” diye adeta kükrer. Ve mektubun ilerleyen satırlarında şu ifadeleri okuyoruz: “Bizler, Türkiye yazarları olarak, Bulgaristan’daki ne Müslümanları, ne Ortodoksları, ne Yahudileri, ne dinsizleri korumak çabasındayız. Bunlar, bizim ilgi alanımızın dışındadır. Ama insanı korumak insan olarak görevimizdir, sizin de göreviniz olmalıdır. O insanlar ki, sizin ülkeniz, Bulgaristan’da kendi istençleri dışında dallarıyla, sanlarıyla, gelenekleriyle, kültürleriyle, dinleri ve dilleriyle zorlanarak Bulgarlaştırılmaktadırlar. Olay işte bu denli yalın! Gözler önünde geçmekte olan bu gerçeği saptırmaya çalışmanızın yazarlık onuruyla bağdaşması olanaksızdır…”
O günlerin üzerinden tam 28 yıl geçmiştir. Ama Türk insanı,bu acı olayları dünmüş gibi belleğinde korur. Çünkü bunlara karşı koydu. Şehit verdi. Cezaevlerine kapatıldı. Sürgünlere sürüldü…
Türklere, Müslümanlara bu acıları yaşatan Jivkov ve adamlarının bir kısmı cezalarını çekmeden öteki dünyayı boyladılar. Olay bir kınama deklerasyonu ile kapatılmaya çalışılıyor!
İlle, Jivkov’un yazar çizer destekçileri, kıyıda köşede rakılarını, kahvelerini içiyor, sefalarını sürüyorlar. Levçev denen şahıs da Smolyan köylerinde bey paşa gibi gününü gün ediyor… Görenler, vallahi Levçev’in keyfine diyecek yok, diyorlar.
Bu arada şiirleri de bal gibi Türkçe’ye çevriliyor. Türkiye’de takdim ediliyor, tercümanları sayesinde itibar sahibi oluyor.
Ne var ki, adeta Levçev’in şiirlerini yarışırcasına Türkçe’ye aktaran tercümanlar, onun,Aziz Nesin ile mektuplaşmasından hiç söz etmiyorlar.
Neden acaba? 



Kaynak:
1. Plamen S.Tsvetkov, Balkanite ı Bılgariya
2. Ömer Lütem, Türk- Bulgar ilişkileri, 1983-1989.
12:52 | 1 коментара |

ABD, Afganistan için Rusyadan niye askeri helikopter satın alıyor?

Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
I. Bir ülkenin silahlanma çabasının niteliğine ve niceliğine bakarak, onun hangi amaçlar peşinde koştuğu konusunda bir tahminde bulunmak mümkündür. Keza yapılan silah sözleşmelerinde alıcılar için getirilen, “son kullanıcı olma”, “sadece veriliş amaçları için kullanma” ve “istendiği zaman geri alınması” gibi bazı koşullar; satıcı ülkenin alıcıya müdahalede bulunma ve/veya alıcının satıcı ülkenin çıkarları ile örtüşmeyen adımlarını önleme imkanı verir. Yine satılan silahlara yerleştirilen özel/gizli aparatlar üzerinden alıcı ülke hakkında istihbarat elde edilebildiği de bilinmektedir. Ve silah alımlarının satıcı ülkeyi alıcı ülke lehine etkileme amacıyla yapılabildiği durumlar ile de karşılaşılabilmektedir. Yani savunma malzemesi üretimi-alım-satımı, salt askeri/güvenlik veya ekonomik boyuta sahip bir konu değildir; bunların her ikisinin de üzerinde, politik amaçlar için kullanılabilecek önemli bir boyutu sahiptir ve bu boyutu, diğer boyutlardan daha önemlidir.
Bu, bağlamda askeri standardizasyon oldukça önemlidir. Nedeni de, silah sanayinin askeri/güvenlik, ekonomik ve politik boyutlarının işlevselliğine aracılık etmesidir. Askeri standardizasyon faaliyetleri, sadece dost ve müttefik ülkelerin ihtiyaçların kolay ve hızlı karşılanması veya savunmaya ayrılan kaynakların rasyonel kullanımı ile ilgili bir konu değildir. Aynı zamanda, savunma sanayi alanında hem pazar kaymalarını önlemeye (pazarı korumaya), hem de sürekli alıcılar (yeni pazarlar) yaratmaya aracılık eder. Bunun içindir ki, Soğuk Savaş yıllarında, Doğu ve Batı Blokları, kendi askeri standartlarını oluşturmuşlardır.
Bu genel tablo, Sovyetlerin dağılmasından sonra bir değişim içine girmiştir. Rusya, NATO ile tesis ettiği kurumsal ilişki üzerinden, karar mekanizması hariç, Batının savunma ve güvenlik yapılanması içinde oldukça etkin olarak yer alır olmuştur. Ancak bu değişim süreci, yaklaşık 50 yılda oluşmuş Doğu-Batı askeri standardizasyon ayrışmasını hemen ortadan kaldırmamıştır. Bu da, normaldir. Çünkü konu, Sovyetlerin çökmesi ile birlikte hemen ortadan kalkacağı düşünülebilecek bir konu olmaktan uzaktır. Politik, ekonomik ve askeri mülahazalar, bu işin zamana yayılmasını gerektirmektedir. Nitekim Sovyetlerin dağılmasının üzerinden 20 yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen, güç kaybetmiş olsa da, askeri standardizasyon ayrışmasının devam ettiği bilinmektedir. Bir taraftan “eski” Doğu ve Batı Bloklarına mensup ülkelerin “standart” ayrımı gözetmeden silah alması, diğer taraftan yeni dönem için ortak standardizasyona geçilmesi, zamanı gerektirmektedir.
Bu konunun, uluslararası politikada artık “yeni” bir kutup olarak algılanmaya başlanan Çin için de karar verilmesi zor bir konu olduğu değerlendirilmektedir.
II. Afganistan, yakın tarihinde Moskova ile yoğun ilişki içinde olmuş bir ülkedir. 1979 ile 1989 yılları arasında Sovyet işgalini yaşamıştır. Ondan önce de, Moskova’ya yakın iktidarlar tarafından yönetilmiştir. Bunlar, Afganistan’ın savunma yapılanmasında, donanım olarak, Rus savunma sanayinin öne çıkmış olduğuna işaret eder. İslami direnişçilerin, işgal sırasında, savunma malzemesi olarak çok değişik kaynaklardan beslenmeleri ve Ruslardan ele geçirdikleri silahları kullanmak durumunda olmaları nedeniyle, bugün için, bu durumun fazla değişmiş olduğunu ileri sürmek güç gözükmektedir. Taliban Yönetiminin ve ABD merkezli çok uluslu gücün (ISAF’ın) varlığının da, Afganistan’daki Rus orijinli savunma donanmanın hakim konumunu fazla etkilememiştir.
Bu noktada, Washington Yönetimlerinin, içerdikleri teknolojinin korunması amacıyla, ABD orijinli savunma malzemesinin ve teçhizatının satışına büyük hassasiyet gösterdiklerini belirtmek icap eder. ABD’de, Devlet Başkanı kim ve hangi partiden olursa olsun, bu hassasiyet değişmemektedir. Kontrol edemeyecekleri alıcılara silah satmamaktadırlar. Afganistan’ın içinde bulunduğu kaos ortamı düşünüldüğünde, ABD’nin bu ülkeye ABD orijinli savunma malzemesi vermekten kaçınması, olağan bir durum olarak görülmektedir. Ancak ABD’nin Afganistan’a vermekten kaçındığı savunma malzemesinin helikopter ve füze gibi hassas savunma malzemeleri olduğunu, yoksa piyadenin hafif silahı olmadığını ifade etmek gerekir.
Geçtiğimiz Pazartesi günü (17 Haziran 2013) Pentagon’dan yapılan açıklamada; ABD’nin, Afganistan Güvenlik Kuvvetlerinin kullanımına vermek üzere, Rusya’dan, toplam tutarı 572 milyon Amerikan Doları olan 30 adet Mi-17 helikopter satın alacağının ifade edilmiş olmasına, yukarıda belirtilen mülahaza ışığında bakmak uygun olacaktır.
ABD, Rusya’dan Mi-17 helikopterleri satın alıp; bunları, terörizmle ve uyuşturucuyla mücadele ve özel operasyon görevlerini yerine getiren Afganistan Özel Kuvvetlerinin kullanımına verecektir. Rus savunma sanayi şirketi Rosoboronexport ile yapılan sözleşme, yedek parça tedarikini, test cihazlarını ve mühendislik desteğini de içermekte ve teslimatın 2014 yılı sonuna kadar tamamlanması öngörülmektedir. ABD’nin, 2012 yılı içinde de, Rus şirketine 217.7 milyon ABD Doları ödeyerek bir düzine Rus yapımı Mi-17 helikopterini Afganistan Güvenlik Kuvvetlerine verdiği bilinmektedir. (Kaynak: Reuters, Jun 17 2013, “U.S. says it will buy Russian helicopters for Afgan military”)
III. Ancak konu Afganistan olunca, askeri helikopter üreticisi ABD’nin kendi helikopterlerini vermek yerine, niçin Rusya’dan askeri helikopter satın alıp bunları Afganistan’a vermesine farklı bakma gereği ortaya çıkmaktadır. Bu farklılık da, söz konusu gelişmenin yol açtığı, uluslararası politikaya ilişkin çağrışımlar ile ilgilidir.
a. Söz konusu gelişmenin, her şeyden önce ABD ile Rusya’nın Afganistan yaklaşımlarının örtüştüğüne işaret ettiği düşünülmektedir. ABD, her ne kadar 2014 yılı sonuna kadar Afganistan’dan çekileceğini açıklamış olsa da, bu, ABD’nin Afganistan’daki askeri varlığının tamamıyla sona ereceği anlamına gelmeyecektir. Çünkü ortada Irak örneği vardır.
Rus askeri helikopterleri, Rus uzmanlarının (teknisyenlerinin) Afganistan’da bulunacağı anlamına gelmektedir. Bu da, ABD’nin Afganistan’da kalacak muharip olmayan unsurları ile Rus teknisyenlerin birlikte görev yapacakları değerlendirmesine yol açmaktadır.
b. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi; İslami direnişçilerin, Sovyetlerden sonra ABD’yi de Afganistan’dan çıkardıkları anlamına alınacağı ve İslami direnişçilerin bir başarısı olarak kabul edileceği, kaçınılmaz görülmektedir. Bu algılamanın, İslami direnişçilerin öz güvenlerini beslemek suretiyle, onları “İslam’a hizmet” adına başka yerlerde yeni direniş noktaları oluşturmaları; bu noktaların da, kuvvetle muhtemel Kafkasya, Fergana Vadisi ve Moskova’nın kendisinin “arka bahçesi” olarak gördüğü eski Sovyet coğrafyası olacağı düşünülmektedir.
İslami direnişçilerin muhtemel yeni direniş noktaları, Çin ile rekabet içinde olan ABD’nin ilgi ve çıkar alanlarına giren coğrafyalardır.
Bu algı ve beklenti, ABD ve Rusya’yı biri birine itmektedir/yaklaştırmaktadır.
ABD, Rus yapımı helikopterleri satın alıp Afganistan’a vermek suretiyle; Rusya’nın Afganistan’da varlık bulundurmasına meşru bir gerekçe sağlamış, dolayısıyla Rusya’nın endişelerini paylaşmış ve hafifletmiş olmakta; ama aynı zamanda Asya’daki ilgi ve çıkar alanlarına ilişkin olarak kendisi de Rusya’nın desteğini yanına almış gözükmektedir.
Bu noktada, söz konusu ABD-Rusya birlikteliğinin, Çin ile İslami direnişçiler arasında mevcut/muhtemel ilişki açısından da anlamlı olacağı akla gelmektedir.
c. Afganistan’da 1979-1989 yılları arasında Rus askeri bulunmuş, 2001 yılından bugüne kadar da Amerikan askeri bulunmaktadır. Bu süreler içerisinde, Afgan halkının, hem Ruslara ve Amerikalılara karşı direndiği, hem de yaşanan olumsuzluklar üzerinden bunlar hakkında olumsuz bir kanaate sahip olduğu ortadadır. Bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda, Çin’in Afgan Yönetimi ve halkı nazarında çekiciliği olacağı kaçınılmaz görülmektedir.
Afganistan, jeopolitiği itibarıyla çok önemli bir ülkedir. Bu önemin, uluslararası politikada dengeleri sağlayacak boyutta olduğu değerlendirilmektedir.
Yine ABD’nin Çin ile rekabet halinde olduğu; Rusya’nın da, dışa vurmasa bile, içten içe Çin’in öne çıkmasından ve “yeni” bir kutup olarak görülmesinden rahatsız olduğu da bilinmektedir.
Bu tablo karşısında, ABD’nin, Afganistan Silahlı Kuvvetlerinin kullanımına vereceği Rus helikopterleri; bir yönüyle, Çin’in savunma malzemesi üzerinden Afganistan’a girme imkanını daraltacaktır, diğer yönüyle de ABD’nin ve Rusya’nın birlikte Afganistan üzerinden Çin’i kontrol etmelerine imkan verecektir.
d. ABD’nin, Çin’i, Asya’nın doğusundan (Güney Kore, Japonya, Tayvan, Filipinler) ve güneyinden (Hindistan, Bangladeş, Myanmar) çevrelemeye çalıştığı bilinmektedir. Bu çevreleme, batı ve kuzey yönlerinde şimdilik zayıf gözükmektedir; en azından, bu yönlerde Çin’i çevrelemeye yönelik açık bir hareketlilik gözlemlenmemektedir. Rusya’dan alıp Afganistan’a vereceği helikopterler, ABD’nin Çin’i çevreleme politikasını tamamlamasına hizmet edecektir.
Çünkü Washington’un Rusya’nın Afganistan ile ilgili endişelerini (1) anlaması, (2) paylaşması ve (3) hafifletmesi için imkan ve fırsat vermesi, ABD ile Rusya arasındaki yakınlaşmaya işaret eder. Bu yakınlaşma, Rusya’nın büyük ülkesi ve uzak doğu topraklarına Çin’in taşma riski nedeniyle, Rusya’nın Çin konusunda ABD’nin etkisine açık olduğu düşüncesine ulaşılmasına neden olmaktadır.
Bu durumda, Washington’un Rus helikopterlerini satın alıp Afganistan’a vermesinin, ABD’nin Rusya üzerinden Çin’i batıdan ve doğudan çevrelemesine hizmet edeceğini; yani Rusya’nın, Washington’un Çin’i çevreleme politikasını tamamlayan ülke olacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
e. Ve teknik olarak, ABD’nin Rus helikopterlerini satın alıp Afganistan’a vermesinin, son tahlilde küresel bir askeri standardizasyona ulaşılmasına aracılık edebileceği de düşünülmektedir. İstese de, Çin’in yeni askeri standartlar geliştirmesinin önünde ciddi güçlükler bulunduğu değerlendirilmektedir. Rusya ile ABD’nin ortak bir askeri standarda ulaşma yolunda mesafe aldıkları kabul edilir ise, Çin’in eski Doğu Bloku askeri standartlarını koruması da ciddi güçlükleri içermektedir. O itibarla, gelinen noktada, küresel askeri standardizasyondan söz edilebileceği düşünülmektedir. Rusya ile aynı ölçekte olmasa da, Çin’in NATO’nun faaliyetlerine katılıyor olması bu düşünceyi beslemektedir.
1:24 | 0 коментара |

Kültürel Aşıkların Olgunlaşması ve Yokluğa Dair

понеделник, 17 юни 2013 г. |

2004 yılında, Şumnu Belediyesinin desteği ile iki hafta süren Rumeli Folklor Oyunları kursu düzenledik.
Bilindiği gibi, Şumnu Kültür Evi’nde her yaz tatilinde folklor(oyun ve türküler), ell işleri(ebru, ahşap boyama, resim, dikiş nakış), Türkçe, Türk edebiyatı kursları, tarihi yerleri gezme programları düzenliyoruz.
Bu yaz yine bu kursları gerçekleştireceğiz.İlgisi olanlara şimdiden duyururuz.
Yaz kurslarımız haziran’ın ilk ikinci haftasında gerçekleşecek.
Katılmak isteyen herkese kapı ve kalplerimiz açıktır.
Bu yazımda,ayrıca bize en yararlı Türkiye’de düzenlenen kurslarımızın olduğunu belirtmek isterim.
İstanbul Cenan Vakfı, Kubbealtı Vakfı, Bakırköy Halk Eğitim Evi, Çerkezköy Halk Eğitim Evi, Vefa Lisesi, Gökkuşağı Okulu, Kadıköy Kız Meslek Lisesi, Maltepe Üniversitesi Balıkesir Belediyesi, Tekirdağ Valiliği ve Milli Eğitim Müdürlüğü, Türkiye Cumhuriyeti Burgas Başkonsolosluğu ve başka kurumlar sayesinde bilgi alma konusunda oldukça geliştik.
Bu kısa ve öz eğitim programları sayesinde Şumnu Kız Saz Orkestrası, Davul Zurna Takımı, Genç Kalemler kompozisyon ve şiir yarışmaları, Destan Folklor Grubu, Karagöz Tiyatrosu, El İşleri ve Araştırma kulüpleri kuruldu ve çalıştı.
Bizler yardımı ve katkısı olan herkese teşekkürlerimizi bir borç biliriz.
Şumnu Kültür Evi’nin faliyetlerine beş yaşından beri tüm ekiplere katılan ve bugün 19 yaşında olan Mirel Tuncay, eleman yetiştirme programlarımızın ilk olumlu ve çok değerli sanatçımız oldu. Bir toplantıda,kendisinin ifadelerinden çok mutlu oldum. İşte Mirel hanımın gurur ve ümit dolu sözleri;
“Artık büyüdüm,çocuklara bilgimi ve tecrübemi aktaracak yaşa geldim,yıllar boyu kültür ocağımızda büyük tecrübeler kazandım. Nurten Hanım bizim hem annemiz, hem öğretmenimiz, hem dostumuz ve sırdaşımız oldu. Yıllarca, sanki gelecekte hepimiz kültür işcisi olarak çalışacağız gibi yetiştirdi bizleri.Türk kültürü,sanatını ve edebiyatını sevdirdi bizlere.Her prova ve antrakta bize bunların özelliklerini ve değerlerini izah etti.Onun sayesinde çok şeyler öğrendik ve kültürel alana daha fazla sevadalandık Onun sayesinde bu ülkede Türk olduğumuzdan dolayı gurur duymaya başladık,kendi kimliğimizi ve gücümüzü hissetemeye başladık, artık çekingen, içine kapalı, korkak ve ürkek değiliz. Türk topluluğumuz gelişiminde bizim de katkılarımız olduğunu anladık, atalarımızın tarihini öğrendik,onların eserlerini yeniden canlandırdık ve yaşattık.Lafın kısası,Kültür evimizin kapısına gelip ve dayanmak zor, ama gelen, daha sonra yıllarca burada kalıyor ve hiç ayrılmayı arzulamıyor.Benim gibi, bu sıcak ocakta yıllarca kalan ve çalışan var.Yaşım dolduğunda burada kadrolu olarak çalışmak istedim,çünkü saz çalmak,halk oyunları oynamak,Türkçe türkülerimizi söylemek ve yaşatmak,artık benim gönül vazifem,ruhum ve hayatımın bir parçası olmuştu.Şimdilik maaşım çok az ve yetersiz.Bundan dolayı burada nekadar kalacağımı bilemiyorum…”
Mirel hanımın görüşleri bunlar.
Bulgaristanlı bir Türk olarak, insan öğrencilerinin bu satırlarını okuyunca, duygulanmaması ve ndişlnmemesi elde değil.
Herkese Mirel gibi, Şumnu Kültür Evi gençleri gibi bilgili, yetenekli ve yaratıcı ruhlu sanatseverler yetiştirmesini diliyorum.
Bugün, Bulgaristan’da Türk olmasından dolayı para yok, eleman yok, siyaset ve devletimizden destek yok, ders kitabı yok, kaynak yok, bilgimiz yok demek yok!
Türk kültürümüzü, Ana dilimiz Türkçemizi, Türk maddi ve manevi değer ve eserlerinde yok kelimesi olmamalı!

4:56 | 0 коментара |

Çürümüşlüğe isyan

събота, 15 юни 2013 г. |

Şubat ayında bir önceki GERB hükümetine karşı başlatılan yolsuzluk ve yoksulluk protestoları ülkeyi şehir şehir sarmıştı. GERB lideri Boyko Borisov, Bulgaristan’ı kaplayan protesto dalgasının karşısında istifa etmek zorunda kaldı.
Hükümet istifa etti ve seçimlere gidildi.
Hükümeti düşüren halk isyanı, Avrupa Birliği’nin en yoksul ülkesi Bulgaristan’da değişim için başladı.
Daha insani bir yaşam ve yolsuzlukların köy muhtarlıklarına kadar inmediği bir ülke isteği halkı sokağa döktü.
Kısacası halk değişim istiyordu.
Devletin idare şeklinde değişim talep ediyordu. Aynı zamanda da siyasette yeni yüzler görme arzusu vardı.
Sokaklara dökülen binlercesi, Komünist dönemin anlayışından çıkarak hitap edebilecek siyasetçiler bekliyordu...
Seçimlerin ardından ite kaka Bulgar Sosyalist Partisi hükümeti kurdu.
İlk icraatı da istihbarat örgütünün başına geçmişi itibar görmeyen bir milletvekilini getirmek oldu.
Halk değişim beklerken, siyaset ne yaptı? Bilínen, aşınmış, çürümüş ve kokmaya başlamış yoldan yürümeye çalıştı.
İstihbarat örgütünün idaresini böyle bir geçmişe sahip bir milletvekiline vermekle ülkeyi yöneten anlayışın değişmediğini gösterdi. Bu anlayış, siyasetin sürekli aynı insanların elinde olmasından dolayı ayakta kalabiliyor hala.
Ancak vatandaşın umudu sonsuz değil, bir gün mutlaka tükeniyor ve sokağa dökülüyor. İnsanca yaşam hakkının kendiliğinden verilmeyeceğini, alınabileceğini anlıyor...

8:54 | 0 коментара |